Hassas ruhunun bütün heyecanlarına tercüman olan şiir ve mûsikî bu tarifsiz acı karşısında aciz kalmıştı. Evvela bir “Of!..”çıktı.

“… yitirdim ağlarım bir nev civanı,

Ben artık istemem seyr-i cihanı;

Ben artık istemem seyr-i cihanı.

Yanar kalbim eder ah ü figânı.

                        ***

Ona “artık istemem” dedirten, ah ü figân ettiren felâket ne idi?

O bir Osmanlı mutasarrıfı idi.[1] Aziz vatanın her karışında kaimmakamlık [kaymakamlık] vazifesini ifa etmişti.[2] Ağustos 1331’de (1915) tensîkata tâbi tutulup 828 kuruş maaşla emekliye sevkedilmişti. İzmir’de yeni bir hayata adım atacaktı. Kemeraltı’nda bir halı ve mobilya mağazası açmış ve Karataş Semti’ne yerleşmiş; Kayseri’de bıraktığı âilesini İzmir’e getirtmeye karar vermişti.

Refîkası Talîa Hanım,[3] mahdumu Feridun, kerîmesi Ferruh Hanım’la[4] iki torununun yolunu gözlüyordu.

Âilesi Kayseri’den at arabası ile Ulukışla’ya ulaşmıştı. Buradan İzmir’e gitmek üzere bir askerî şimendifere [tren] binmişler, muhtemelen Ermeni komitecilerinin şimendifere koydukları bir bombanın Karaman-Konya[5] arasında patlaması ile bindikleri vagon ile birlikte havaya uçmuşlardı. Talîa Hanım’la henüz 26 yaşında olan Feridun parça parça olmuşlardı.[6] Ferruh Hanım’la iki çocuğu da komaya girecek derecede yaralanıp, Konya Askeri Hastahânesi’ne kaldırılmışlardı. Tedavileri aylarca sürdü.

Onların iyileşme umudu; eşini ve oğlunu kaybeden Ahmed Midhat Bey’in acılarının da en büyük tesellisi olmuştu.

Bu tahammül edilmez ıztırâb, onun peşini son nefesine kadar bırakmayacaktı. O da bu gönül sızısını şarkılara döktü.

(Hicazkâr Makamı)

Of!… yitirdim ağlarım bir nev civanı,

Ben artık istemem seyr-i cihanı;

Ben artık istemem seyr-i cihanı.

Yanar kalbim eder ah ü figânı.

***

Gözüm kanlar döker duysam keman, ney,

Ne gülşenler ne sakiler ile mey;

Haram oldu hayatda bana her şey,

Ben artık istemen seyr-i cihanı.

— II —

Bir handeni bin nağme-i şeydâya değişmem,

Gül yüzlerini gonca-i rânâya değişmem;

Bir kerre nigâhın bütün eşyâya değişmem;

Ey yâr!… Seni dünyaya değil ukbâya değişmem.

***

Hiçdir nazarımda bütün ikbâli zamanın,

Hûrileri, gılmanları, gülzârı cihanın;

Varsın elin olsun nesi varsa dü cihanın,

Ey yâr!…. Seni dünyaya değil, ukbâya değişmem.

Gaip oldu dîdeden ol gonca-leb,

— III —

(Rast Makamı)

Subha dek kan ağladım gezdim o şeb;

Oldu ümidim, hayatım mahv hep,

Subha dek kan ağladım gezdim o şeb.

***

Derd-i hicr’inden giyindim kareler,

Vasl-ı ümidinden yok emmâreler;

Âh! edip açdım ciğerde yâreler,

Subha dek kan ağladım gezdim o şeb.

— IV —

(Hüzzam Makamı)

Bağrım yanıyor gül yüzü geldikçe hayâle,

Firkat demi dönmez mi acep rûz-ı visâle;

Hayretle yanar sızlanırım şimdi şu hâle,

Firkat demi dönmez mi acep rûz-ı visâle.

***

Acısı büyüktü. Gözbebeklerinin Konya’dan İzmir’e sedyeler içinde getirilişinden teselli bulmaya çalıştı. Yıllar önce hasta yatağında bîtap düşen biricik kızı için ne kadar çabalamıştı.[7]

Asıl bomba üç gün sonra patladı. Güzel İzmir’in haremi Yunan’ın çizmesi altında çiğnenmeye başladı [15 Mayıs 1335 (1919)].

Artık huzur kalmamıştı. Ahmed Midhat Bey’in evi ve mağazası da yağma edildi. Karataş’dan, önce Karşıyaka’ya sonra Bozyaka’ya taşındı.[8]

Bir akşam üzeri, süngülü iki Yunan neferi evinin kapısına dayandı. Ahmed Midhat Bey süngüler arasında gitmeyi reddederek, “yirmi adım geriden gelebilirsiniz” dedi. Ağır ve kendinden emin adımlarla karakolun yolunu tuttu. Karakoldaki Yunan zâbitin, gayet lâubâlî ve istihfafkâr bir nazarla onu süzmesinden rahatsız oldu.

Karşınızda bir Türk mutasarrıfı var; evvelâ ayağa kalkın, vaziyet alın; ondan sonra sizinle konuşabilirim” dedi.

Şaşkınlık sırası zâbitte. Ayağa kalktı ve kendisini buyur etti.

Biraz konuşmadan sonra mes’ele anlaşıldı. Torunu Feride (LÜ) kendisinden büyük bir Rum erkek çocuğu ile “Mustafâ Kemâl gelecek!“, “yok Venizelos gelecek!..” tartışmasında; yiğit bir Türk kızına yaraşır şekilde Rum oğlanı adamakıllı pataklamış, ağzını burnunu kanatmış. Bunun üzerine ailesi karakola şikâyete gelmiş.

Ahmed Midhat Bey, karakolda bulunanların hepsini teker teker baştan aşağı süzdü ve Rum çocuğuna hitâben:

Yazıklar olsun! tu, kendinden küçük bir kızdan dayak yiyor, bir de sıkılmadan karakola gelip şikâyet ediyorsun; sen de erkek olacaksın ha…

Kendisine şaşkın şaşkın bakan kalabalığı yararak, geldiği gibi vakur adımlarla karakoldan çıktı.

Fakat, çok geçmeden evinin havaya uçtuğuna gözleriyle şahit oldu.[9]

Yine bir bomba…

***

1928-1930 yılları arasında yalnız başına İstanbul’a geçti ve Sirkeci’de Osmâniye Oteli’ne yerleşerek bütün varlığını şiir ve mûsikîye hasreyledi. Mütevâzi odasında Neyzen Tevfik,[10] Levon Hanciyan,[11] daha birçok seçkin Türk Mûsikîsi üstâdları, değerli icrâcı ve solistleri ağırladı.[12]

Artık toprak çekiyordu. “Aman Allah, beni yurduma gönder…“ şeklindeki şarkıyı son kez terennüm etti. Kış boyunca sekteye uğrayan hassas kalbi, baharı göremedi.[13]

Uğur ERKÂN

___________________________________________________________________________

[1] Ahmed Midhat Bey [1277 H. (1860)-1931]; Kayserili Güpgüp-zâde (Kevâkib, gökteki “yıldızlar” manasında olup, halk arasında tahrifata uğrayarak Güpgüp şeklini almıştır) Hâcı Mustafâ Efendi ile Muhaddis-zâde âilesinden Ayşe Hanım’ın oğludur. Kayseri Rüşdiyesi’ni bitirdikten sonra devlet hizmetine girdi. Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne’nin önce i’dâdî sonra yüksek kısmından me’zun oldu [Temmuz 1310 (1894)]. Ağustos 1331’de (1915) emekliye sevk edilinceye kadar vatanın değişik yerlerinde kaimmakamlık ve mutasarrıflık vazifelerinde bulundu. 12 yıl İzmir’de, 2 yıl kadar da İstanbul’da ikâmet etti. 1930 yılında Kayseri’ye döndü. 25 Mart 1931’de burada Hakk’ın rahmetine kavuştu. Mezarı Kayseri’dedir. Küçük yaştan itibaren şiir ve mûsikîye karşı duyduğu derin incizab neticesi, birçok eser bırakmıştır. İlk şarkısını Kuşadası Kaimmakamı iken bestelemiştir. Uşşak makamından olan bu şarkıda genç ve ateşli kalbinin bitmez tükenmez heyecanlarını terennüm etmiştir. [ÖZTUNA, Yılmaz, Türk Musikisi Ansiklopedik Sözlüğü, C. I, Ankara, 2006, s. 38; Mücellidoğlu Ali Çankaya, Son Asır Türk Târihinde Önemli Olayları ile Birlikte Yeni Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler (Mülkiye Şeref Kitabı), C. III [1860 (1276 R.)-1908 (1324 R.)], Ankara 1968-1969, s. 612-619]

[2] Haymana [Eylül 1310 (1894)], Karaisalı [13 Ağustos 1312 (25 Ağustos 1896)], Zile [18 Temmuz 1314 (30 Temmuz 1898)], Duma [Şam, 14 Ağustos 1317 (27 Ağustos 1901)], Tavas [8 Eylül 1319 (21 Eylül 1903)], Kuşadası [22 Eylül 1321 (5 Ekim 1905)] kaimmakamlıklarında ve Gümüşhane Sancağı Mutasarrıflıklarında [31 Kânunuevvel 1327 (13 Ocak 1912)] bulundu. [Mücellidoğlu, a.g.e., s. 612].

[3] Akçakayalı-zâde Ömer Ağa’nın kızı olup, Ahmed Midhat Bey’le Mülkiye’ye girmeden önce izdivaç etmiştir. Bu izdivaçtan 1305 (1889) tarihinde Ferruh ve 1307’de (1891) Feridun adlarında iki evlâdı dünyâya gelmiştir.

[4] Ferruh GÜPGÜPOĞLU [1305 (1889)–1951]; Türk kadın siyasetçi. Bazı kaynaklarda adı Ferruha olarak geçer. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giren ilk kadın milletvekillerindendir. Özel öğrenim gördü, Arapça ve Farsça biliyordu. Türk Sanat Mûsikîsi ve muhasebe eğitimi aldı. Biçki dikişle de ilgilendi. Aynı zamanda CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) Kayseri Vilâyet İdare Heyeti âzâlığı, Kayseri Belediye Meclis âzâlığı yaptı. 1935 yılı, 5. dönem, 925. sıra, 8 Şubat 1935 tarihli mazbata ile 1 Mart 1935’te Kayseri milletvekili oldu. TBMM Divan Muhesabat Encümeni âzâlığında bulundu. Meclis genel kurul kürsüsünde; 1936 yılı Muvazene-i Umumiye Kanunu dolayısıyla konuşma yaptı. (kayserianadoluhaber.com.tr/haber/meclis-koridorlarinda-kravatli-bir-kadin-60681, 10 Kasım 2020).

[5] Ahmed Midhat Bey’in Mevlevîliği de tanıdığı ve Mevlevîlik kültürüne, mûsikîsine, ritüeline aşina olduğu da bilinmektedir. Hayatının kırılma noktasını Karaman-Konya hattında yaşadığı da akıldan çıkarılmamalıdır. Rûhî Baba Dergâhına bir süre devam etmiş ve ilhamlar almıştır. Bektaşi muhibbi olduğu bilinmektedir (ÖZTUNA, a.g.e, s. 38). Ecdâdından Şeyh İbrâhim Tennûrî XV. asırda, Kayseri’de yaşamış büyük bir mutasavvıftır (FİDAN, Mustafa, İbrahim Tennuri Hayatı ve Eserleri, Kayseri, 2005, s. 18).

[6] Son karar kıldığı ud’da, sazını hakkıyle yenmiş bir icrâcı idi. Çok ince ve kıvrak bir mızraba sâhibdi. Taksim tavırları, kimseninkine benzemeyen bir özellik arzederdi. Çalarken, kendisini adetâ kaybeder; sanki bir başka âlemde yaşardı. Bilhassa, hasret gittiği oğlu Feridun’un şehâdeti ile sonuçlanan faciayı hatırlayarak derin bir vecd içinde giriştiği taksimleri, hüngür hüngür ağlayarak bitirirdi.

[7] Ahmed Mithad Bey, “Meftunun oldum ey! vech-i ahsen” Şarkısı’nı kızı Ferruh için yazmış ve bestelemiştir. Gümüşhane Mutasarrıfı iken Kayseri’de bıraktığı kızının ağır şekilde hastalandığını öğrenir; O devirdeki ibtidâî vâsıtalarla ve kış ortasında bin güçlükle Kayseri’ye gelir. Hasta yatağında bîtap yatmakda olan evlâdının başında bu şarkının önce güftesini sonra bestesini kaleme alır. Pek sevilen ve popüler olan, “Kürdîli Hicazkâr Makamı’nda bulunan şarkı:

“Meftunun oldum ey vech-i ahsen,

Ayrılmam artık bir lahza senden;

Yandım tutuşdum cân ü ciğerden,

Ayrılmam artık bir lahza senden..”

[8] Şiir ve manzûmelerini muhtevi eserini “Manzûme-i Midhat” adıyla bastırmak istiyordu. Eser’de İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini tasvir eden manzume ile Mustafâ Kemâl Paşa hakkındaki uzun bir yazı ve bâzı hicviyeler yer alıyordu. Bozyaka’daki Köşk’ü de 9 Eylül 1338’de (1922) alçak düşmanın kaçarken çıkardığı yangında bütün eşyâsı, kitapları, besteleri, şiirleri ile birlikte yandı. (LÜ, Şerif; “Tanınmamış Bestekar Simaları- Kayserili Ahmet Mithat Bey”, Türk Musikisi Dergisi Sayı: 29, s. 2-3, İstanbul, Mart 1950).

[9] Bu ilgi çekici hâdise, yakın akrabasından Memduh GÜPGÜPOĞLU [Maliyeci-bankacı, 1337 (1921)-1993] tarafından aktarılmıştır.

[10] Mehmet Tevfik [KOLAYLI, 1295 (1879)-1953]; Ney üflemedeki ustalığı yanında hicviyeleriyle de tanınan şair. Şehnaz-bûselik ve nihâvend makamlarında iki saz semâisi bulunmaktadır. Ayrıca ondan derlenmiş bir de zeybek havası vardır. (TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 2007, C. 33, s. 72-73)

[11] Levon HANCİYAN [1273 (1857)-1947]; Ermeni asıllı bestekâr. Bir peşrev, üç saz semaisi, bir aksak semai ile onbeş kadar şarkısı bilinmektedir.

[12] “Bu sıradadır ki meşhur eseri ‘Meftunun oldum ey vech-i ahsen’ Şarkısı’nı (yeni yetişmekde olan) Müzeyyen (SENAR) Hanım’a o zaman bizzat ‘geçmiş olduğunu’ umuyorum.” (LÜ, Şerif; “Yine -Meftunun Oldum- Şarkısı Münasebetile”, Türk Musikisi Dergisi, Sayı: 43, s. 2-3, İstanbul, Eylül 1951). [13] 25 Mart 1931 Çarşamba günü Türk Bayrağı’na sarılı naaşı polis, jandarma ve bütün Kayseri Vilâyeti erkânı ile hemşehrilerinin katıldığı kalabalık ve çok hazin bir merâsimle Güpgüpoğlu Aile Kabristanına mezarlığında defnedilmiştir. Vefatını Kayseri’de yayımlanmakta olan Vilâyet Gazetesi “Acıklı Bir Haber” başlığıyla duyurmuştur: “Memleketimizin yetiştirdiği kıymetli zevattan Gümüşhane Mutasarrıflığından mütekait [emekli]Ahmet Mithat Beyin bugün irtihal ettiği teessürle haber alınmıştır. Merhum uzun seneler kaymakam ve mutasarrıflıklarda hizmet etmiş edib, şair bir zat olduğu cihetle gaybubiyeti memleketimizce zaiyat addolunur. Burhanettin mezarlığına defnolunmuştur. Gazetemiz ailesine beyanı taziyet eyler.” (Kayseri Vilâyet Gazetesi, 26 Mart 1931 Perşembe, Sayı: 539, s. 1).