(1930-2016)

Karamanlı beslenme ve diyetetik öncüsü, akademisyen.

1 Haziran 1930 yılında Karaman’ın Sarıveliler İlçesi’ne bağlı Uğurlu Köyü’nde dünyaya geldi.

Uğurlu Köyü; Orta Toroslar’da eskiden Ermenek İlçesi’ne bağlıydı. İlçe merkezine yürüyerek ya da katırlarla 5-6 saatte gidilirdi. Kışın kar çok yağdığından yollar kapanırdı.

Köyün erkekleri çoklukla kış aylarında Alanya, Antalya, Mersin ve hatta İzmir’e ameleliğe giderler; yaz aylarında da köydeki işleriyle uğraşırlardı. Her ailenin bir iki dönüm arazisi ve bağ – bahçesi vardı. Kışın Mersin ve Antalya’ya gidenlerin yazın da orada çalışmamalarında en önemli etken, sıtma hastalığının varlığıydı. 1945’lerde bataklıklar kurutulup, sıtma savaşı başarıya ulaşınca, köy eksilmeye başladı. İnsanlar yazın da amelelik yapmaya başladılar.

Babası Osman [1308 (1892)- 1968], Hasankeyalar sülâlesinden Mustafa’nın tek oğluydu. Dedesinin adı Hâcı Abdürrahim idi. 16 yaşında iken dul kalan kuzenine kalan malın dışarı gitmemesi için Selime Hanım [1286 (1870)- 1956] ile evlendirildi. Çanakkale Cephesi, Conkbayırı Harbi’nde bir bacağını yitirmiş bir harp malûlu (gâzi) idi.

Babası iki eşliydi. Evin bir bölümünde ilk eşi, evli iki ağabeyiyle birlikte otururdu; BAYSAL ise annesi ve kardeşleriyle diğer bölümde yaşıyorlardı.

Günder köyünden olduğu için “Kızılcalı” olarak çağrılan annesi Döndü [1314 (1898)-1981] 14 yaşında evlendirilmiş, 17 yaşında dul kalınca babasıyla evlendirilmişti.

Annesi uzun yapılı ve nârin bir kadındı. Ev işlerinden çok, tarla, bağ ve bahçe işlerini yapmada becerikliydi. Annesinin en önemli hususiyeti çok çalışması bugünden çok yarını düşünerek evde bir yıl yetecek erzâk toplamadıydı. Kendisi çalıştığı gibi ailenin diğer fertlerini de çalıştırırdı. Annesinin temel felsefesi “kimseye muhtaç olmayacaksın, el açmayacaksın” idi. Annesinin tutumluluğu sayesinde, açlık çekmediler.

1940’larda tüm ülkede hüküm süren kıtlık, Uğurlu köyünde de vardı. Kış sonu evlerinde hiç yiyecek kalmayan aileler vardı. Çavdar daha tam olgunlaşmadan başaklarını ateşte kavurup yiyenler olurdu. O yıllarda köyde buğdaydan çok çavdar yetiştirilir, un, bulgur, yarma ve diğer yiyecekler ondan hazırlanırdı.

Çocukluğu hastalıklarla mücadele ile geçti. Adını bildiği tek hastalık sıtma idi. Titremeyle gelen nöbet bir anda onu halsiz bırakıyordu. Sıtmanın ilacı “kinin”di. Köye gelen sağlık memuru “kinin” dağıtırdı. Ona “doktor” derlerdi. Çiçek aşısını da o yapmıştı. Hatırlayabildiği kadarıyla tifo, dizanteri gibi bilinen çocukluk hastalıkları da geçirmişti. Onda en çok iz bırakan göz enfeksiyonlarıydı. Gözü öyle çapaklanırdı ki sabah kalktığında tümüyle kapalı olurdu.

Kendisi çocukluğundaki bu hastalıklı ve güçsüz oluşunu; hayatının ilk yılındaki beslenme yetersizliğine yormuştur: “En büyük ablamın anlattığına göre, ben bebekken annem uzunca süre hastalanmış. Kendi canından bezen annemin, istemeden doğan Ayşe bebeğe bakacak hâli yokmuş. Ablama ‘şunu götür, köy dışında bir yere koy gel’ dermiş. Bir kez ablam öyle yapmış ama bakışlarıma dayanamamış. Annem süt verecek hâlde olmadığına ve bir süt kardeşim de olmadığına göre, ben bebekken emzirilmemişim de. Ablam beni, çavdar ununa pekmez katarak yaptığı helvayla beslemiş. Böyle beslenen çocuklar çok kaka yaparmış. Bu kadar kakaya ne bez yetişir, ne de o bezleri yıkayacak zaman var. Beni ‘silbiçli beşik’e koymuşlar; ortasında lâzımlık gibi bir oyuğu olan beşik düşünün; beşiğe yatırılan çocuğun da kakasını o oyuktan yapabilmesi için poposunun oraya denk getirildiği ve sıkıca bağlandığını düşünün. İşte benim bebekliğimi görmektesiniz.

Babasının ilk eşinden olan iki ağabeyi ile kendisinden büyük olan öz ablası, okutulmamıştı. Onların güçleri kuvvetleri yerindeydi.

Ailesi onun nârin vücut yapısının köy işlerini görmeye uygun olmadığını düşünüyordu. İlkokul zorunlu olduğu için ablasının yerine “daha az işe yarayanı” olarak okula yazdırdılar. Bu hep böyle gitti. İlkokulu köyünde tamamladı (1941).

İlkokul öğretmeni Osman KOÇAK, derslerindeki başarısından dolayı onu köy enstitüsüne göndermeleri için aileye baskı yapıyordu. İlkokulu bitirdiğinde, köy enstitüleri kurulalı beş yıl olmuştu. Yeni mezun öğretmenler köylere gelmeye başlamıştı. Halk, bu değişimin farkındaydı. Öğretmenlerin daha iyi şartlardaki, düzenli hayatı dikkat çekiyordu. Artık herkes okumanın önemini kavramaya başlamıştı. Ancak erkek çocuklar için enstitüye girmek de git gide zorlaşmıştı.

Köyündeki varlıklı akrabalarından Ese Dayı, oğlu Mehmet’i enstitüye gönderecekti; istekli çok olduğu için, yanında bir kız öğrenci getireni imtihânsız alıyorlardı. Babasında da kız çocuk çoktu. Ailesi okuması konusuna hiç aldırmıyordu. Bir yandan da kötü bir taassubun baskısı altındaydılar; kızlarını gönderirlerse “kötü insan olabilir” korkusu vardı. Babası Ese dayının babasından çok çekinir; her söylediğini yapardı. Çok baskı yaptılar; sonunda annesi, zaten “daha az işe yarayan” olduğu için onu gözden çıkardı. İvriz Köy Enstitüsü’ne, akrabası Mehmet ile birlikte gönderildi.

İyi ki de gönderdiler. Kurtulmuştu. Kimin aklına gelir, gözden çıkarılan bu küçük kızın ileride bir çığır açacağı.

Ereğli İvriz Köy Enstitüsü’ne gitmek için yola çıktılar (7 Temmuz 1945). Ermenek üzerinden Karaman’a ulaşmak için taşıt bulmaları hemen hemen imkânsızdı. Onun için Ermenek’e yürümek yerine Karaman’a yürümeyi seçtiler. Eniştesi, kestirme yolu seçti. Çıkın içinde birkaç gün yetecek yufka, çökelek ve pekmez helvasından oluşan azıklarını sırtlarına alarak, yola koyuldular. İki geceyi dağda geçirdikten sonra üçüncü gün öğle civârı Karaman’a ulaştılar. Hayatında ilk kez tren görüyordu. Tren gürültü çıkartarak üzerine gelince, kendisini ezecek diye kaçmaya çalıştı. Ereğli’ye trenle, Ereğli istasyonundan okula da kağnı ile gittiler.

Enstitüde verilen ilk iş, su kanalına topraktan yapılan ve “künk” denilen boruları taşımak oldu. Bunun yanında arpa ve burçak yolup, ekin biçtiler. Enstitüde ezberci sistem yerine uygulamalı bir sistem vardı. Yiyeceklerini, giyeceklerini ve diğer birçok ihtiyaçlarını kendileri karşılıyordu. Sıra ile bir gün yatakhâne, diğer bir gün yemekhâne, başka bir gün sınıf temizliği nöbeti tuttu. Nöbet tuttuğu gün o bölümün bütün işleri onlardan soruluyordu.

Köy enstitüsünde her yıl sınıf birincisi oldu. Birincilik aldığı bir kompozisyon yarışmasında ödülünü köyüne kadar gelen kaymakamın elinden aldı. Okul gazetesinin Ermenek kaymakamlığına ulaşması ve kaymakamın Ayşe’nin başarılarını köylülere övgü ile anlatması, köylülerde okuyanlara karşı olan olumsuz bakışı değiştirmişti.

Enstitüdeki son yıllarıydı; öğretmenleri Tevfik YAVUZER ile Hüseyin ÖZCAN’ın düzenlediği bir piyesi, arkadaşı Ethem ÖZGÜVEN ile birlikte bir hafta Ermenek’te oynadılar. Temsildeki tek hanım oyuncu idi. Bu oyunun geliri, ortaokulun yapımına harcanmıştı. Yani Ermenek Ortaokulu’nun temelinde, onun da emeği geçti. Konya gazeteleri, “Ermenek’te bir genç kız piyeste oynadı” gibi haberler yazdı.

Bunların hepsi köyünde müspet tesirler yaptı. Yoksul olan köyünde, birçok genç ve ailesi, çıkışı okumakta görmeye başladı. Bir süre sonra, Uğurlu köyü “en çok öğretmen yetiştiren köy” unvanını aldı.

İvriz Köy Enstitüsü’nü 1950 yılı Haziran ayında, birincilikle bitirdi. Öğretmenleri, Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’na devam etmesini istedi. 21 köy enstitüsü için iki kontenjan ayrılmıştı; imtihânı kazanan iki kişiden biri o oldu. Ankara-Sıhhiye semtinde olan okul, yatılıydı. Farklı sosyo-ekonomik seviyeden gelen sınıf arkadaşlarıyla olan intibak etmekte zorlandı.

Ailesinden para isteyemediği için de harcamalarını en aza indirdi. Ücretsiz olduğu için, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki ücretsiz cumartesi klâsik müzik konserlerini, sanat tarihi öğretmeni Cevat Memduh Bey’in götürdüğü bale ve operaları hiç kaçırmadı.

Derslerdeki başarısı ve arkadaşlarına yardımcı oluşu, sınıf arkadaşlarıyla arasını düzeltti. Derslerinin ağırlığı, ev idaresi atölyesi, yemek atölyesi ve çocuk gelişimi alanındaydı.

İlk beslenme dersini, ABD’den yeni gelmiş olan Doç. Dr. Osman Nuri KOÇTÜRK’ten aldı. O zamana kadar görmediği hassas teraziler, tüpler, balonlar gibi araç gereci son derece çekici bulmuştu. Hele deney hayvanlarıyla yapılan çalışma, iyi beslenenlerle kötü beslenenlerin arasında gözlediği farklılıklar adeta onu büyülemişti. KOÇTÜRK’ten edindiği bilgileri ve laboratuvardaki uygulamaları kendi hayatına da uyguladığında sağlığında belirgin bir düzelme oldu. Beslenmenin sağlıklı hayatın temeli olduğunu yaşayarak, öğrenme imkânı buldu.

Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulundaki öğrencilik hayatının en önemli bölümünü öğrenci derneklerindeki çalışmaları oluşturdu. İkinci sınıftan başlayarak, okulun öğrenci derneğinin yönetiminde görev aldı. Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu Öğrenci Derneği, Ankara Yüksek Okullar Öğrenci Birliği’nde ve Türkiye Millî Talebe Federasyonu’nda (TMTF) çalıştı. Federasyonun çıkardığı “Devrimci Gençlik” dergisinde; Erkek Teknik Öğretmen Okulundan Bozkurt BENDERLİOĞLU ve Hukuk Fakültesinden Yekta Güngör ÖZDEN ile “Köycülük” kolunda da Siyasal Bilgiler Fakültesinden Cevat GERAY ile birlikte mesai yaptı.

Okul birincisi olarak diplomasını Cumhurbaşkanı Celâl BAYAR’ın elinden, birincilik ödülünü ise Ankara Valisi Kemal AYGÜN’den aldı. Okulu bitirdikten sonra, öğretmen olma hayali; Ankara Valisi’nin “köycülük danışmanı” olması teklifini reddetmesine sebep oldu.

O zamanlar, kızların gidebildiği iki öğretmen okulu vardı: Biri Bolu’da, biri de Trabzon’da idi. O da Trabzon Vakfıkebir İlçesi Beşikdüzü’nü talep etti. Okul köy enstitüsü olarak kurulduğundan, yatakhâne, yemekhâne, derslik ve işlikler yanında, öğrencilerin balıkçılık dersleri görmeleri için bir kayıkhânesi vardı; okul binaları da öğrencilerce yapılmıştı. Okul uzaktan bakıldığında kumsalda oraya buraya serpilmiş villa ve plaj evlerini andırıyordu. Orada “ev işi” öğretmeni olarak çok yönlü çalışmaları oldu. Yalnızca öğrencilere müfredat konularını öğretmekle kalmadı; onların Karadeniz bölgesi köylerinde öğretmen olarak yararlı olabilmeleri için eğitilmelerini sağlamaya ve “yeterli ve dengeli beslenebilmeleri” için uğraştı. Okul müdürünün desteğiyle, derslerinin temelini “sağlıklı hayat kuralları” oluşturdu; ek bir maliyet getirmeden yemek servisinin de daha besleyici olmasını sağladı.

Yıllar sonra, değişik yerlerde karşılaştığı öğrencilerinden aldığı “sizin sayenizde kazandığım isrâfı önleme ve sağlıklı yaşama alışkanlığıyla iyi yerlere geldim” sözleri, verilen uygulamalı eğitimin kalıcılığını açıklar niteliktedir.

Öğretmenlik görevine başladıktan sonra, Tarım Bakanlığı’na bağlı olarak İzmir Bornova’da kurulan Ev Ekonomisi Yayım Örgütü’ne ataması çıktı. Kabul etmeyebilirdi ama burada kendisini geliştirmek, ufkunu genişletmek için yeni fırsatlar doğabilirdi.

Okul müdürünün tüm karşı çıkmalarına karşı kabul etti. İyi de etti. Yeni göreve başladığı örgüt, ABD’den kopya idi ve çiftçi ailesini bir bütün olarak eğitmeyi hedefliyordu. Ailenin erkek fertlerine yeni ziraat teknikleri öğretilirken, kadınlarına ev ve aile hayatını daha iyi götürmeye yönelik bilgi ve beceri kazandırılması hedefleniyordu. Bu örgütün ev ekonomisi bölümü için eleman yetiştirmek için de Ev Ekonomisi Yetiştirme Merkezi açılmıştı. Bu merkezde önce kursiyer (5 ay), sonra öğretmen olarak 1958-1960 yılları arasında bulundu. Burada yaşayarak eğitim-öğretim ilkesini uygulama imkânı buldu. Stajyer öğrencilerle birlikte köylülerle çok yakın iletişim içinde oldu.

Gezdiği Soma, Saruhan ve Salihli’nin köylerinde sağılan inek sütlerinin üzeri sinek kaynıyordu. Bu da yaygın çocuk ishâllerine yol açıyordu. Onlara “tel dolabı”nı öğretti. Doğru dürüst bulaşık yıkamayı ve yıkandıktan sonra bulaşıkların yükseğe konulmasını öğretti. Fırınlarda kek, kurabiye yapmayı öğretti. Giyime önem verdi. Dikiş makinalarını zeytinyağı ile yağladıkları için bozulmuştu. Onlara ince makine yağı getirdi ve makinelerini yağlayarak çalıştırdı. Hela yapımını öğretti.

Manisa Tarım İl Müdürlüğü’nde zaman zaman köylülerle ve köy muhtarları ile toplantılar yapılır ve ne istedikleri sorulurdu. Bir toplantıda hep birden ‘ev ekonomisti’ istediler. Çalışmalarını duymuşlar ve yakınıyorlardı: “Gediz’in üst tarafına gidiliyor, bize niye gelinmiyor. O tarafın da iyi yaşama hakkı yok mu?” diye.

Öğrenme isteği ve bitmez tükenmez çalışma azmi ona yeni yeni ufuklar açmayı sürdürüyordu. Tarım Bakanlığı tarafından görgü ve bilgi artırmak üzere bir ev ekonomistinin bir yıllığına ABD’ye gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Başarılarından dolayı Bakanlık kontenjanı ikiye çıkarıp, BAYSAL’ı ABD’ye gönderdi. Burada Amerikalıları tanıması yanında İngilizce’sini ilerletmiş, yetişkin eğitimi, kırsal kalkınma, eğitim teknolojisi ve toplu beslenme sistemleri konularında teknik bilgiler edinmişti.

ABD’de bir yarıyıl üniversiteden ders alması ve notlarını yüksek tutması lisansüstü öğrenim arzusunu körükledi. Amerikan Ev Ekonomistleri Derneği’nin uluslararası düzeyde her yıl bir kişiye verdiği bursa müracaat etti ve kabul edildi. Ayrıca Virginia Polytechnic Institute ve State Üniversitesi de verilen bursa ortak oldu.

Millî Birlik Komitesi’nin özel izni ile pasaport alan BAYSAL, vize işlemlerinin ardından ABD’nin yolunu tuttu (1960).

Köyünden Ermenek’e yaklaşık 35 km mesafede olduğundan katırla gidiliyordu. Bu yolculuk çocukluğundakinden farklıydı. Kendisi katırın üstünde, ablası yürüyerek yaptılar bu yolculuğu. Ablasının yürümesi yetmiyormuş gibi, sırtında Ermenek’te okuyan oğluna erzâk da taşımıştı. O yolculuğu hiç unutmadı. ABD’den aldığı burstan 10 dolar karşılığını ablasının okuyan oğluna gönderilmesini sağlayarak, teselli bulmaya çalıştı.

1960 Eylül ayında ABD’ye ulaşan BAYSAL, Virginia Polytechnic Institute ve State Üniversitesi’nden bir yıllık lisans tamamlama eğitimini 3,7 akademik ortalamayla bitirdi. Bu başarısı Ermenek’teki ailesine bildirilmiş, babası resmî mektubu alınca kızına bir şey oldu diye telaşlanmış, mektupta yazılanları okuyacak insan bulunamamış en son kaymakama başvurmuştu. Kaymakam da yazılanları tam anlamamakla birlikte bunun çok iyi bir şey olduğunu söyleyerek rahatlatmıştır.

Bursu bir yıllıktı, mensubu bulunduğu Tarım Bakanlığından da 1 yıllık izinli sayılmıştı. Dekan Prof. HARPER yıl sonu gelmeden bilim uzmanlığına devam edebilmesi için her türlü çabayı göstererek burs sağladı. Bakanlığa izninin bir yıl daha uzatılması talebine red cevabı gelince Dekan hemen Washington’a Türkiye Büyükelçisine mektup yazarak izin alınmasını sağladı.

Besin ve Beslenme dalında “bilim uzmanlığı” derecesini alıp doktoraya başlarken de aynı süreç işlemiş, Bakanlığın inadını kırmak için tekrar Dekan devreye girmiştir. Dekan önce New York’taki Öğrenci müfettişliğine daha sonra da Washington’a Türkiye Büyükelçisine Türkiye’den bir kuruş talep edilmeden kabiliyetli bir insanın öğrenimini engellemenin mantığını anlamadığını anlatan mektup yazarak ikinci kez iznin uzatılmasını sağladı (1962).

Wisconsin Üniversitesi’nde ise yine burslu öğrenci olarak 2,5 yılda doktora eğitimini tamamladı. Rehber hocasına göre o bölümde 2,5 yılda doktora yapan ilk öğrenci idi.

Böylece ABD’den 2 ayrı üniversiteden lisans, yüksek lisans ve doktora olmak üzere 3 diplomayla ülkesine döndü (1965).

BAYSAL, ABD’de geçirdiği öğrencilik yıllarını, şu şeklinde anlatmaktadır: “Eğer başarısız olursam, B’nin altında not alırsam bursum kesilecekti. Wisconsin Üniversitesi, akademik düzeyi yüksek öğrenciye burs veriyordu. Bütün derslerim iyi olmak zorundaydı. Bu nedenle düzenli çalışırdım. Plânlı, programlı çalışırdım. Çok çalışmazdım. Uykusuz kalıp sabahlara kadar çalışmazdım. Akşam saat 11.00’de de yatardım. Başarımın, düzenli çalışmaya bağlı olduğunu düşünüyorum. Bakın aşırı çalışma demiyorum. Biz büyük amfilerde ders görürdük. O yıllarda hocalarımız erkenden gelip, bütün tahtayı ders notlarıyla doldururlardı. Ders saati gelince de yazdıklarını anlatırlardı. Bizim hem not alıp; hem de hocayı dinlememiz çok zor oluyordu. Zaman içinde hocaların erkenden gelip de tahtayı yazdıklarını görünce, ben de okula erken gitmeye başladım. Hoca tahtayı yazarken ben de bir yandan not alırdım. Ders esnasında da sadece hocayı dinlerdim. Böylece dinlerken öğrenirdim. Ders sonunda da öğrendiklerimi düzenli olarak bir deftere tekrar geçirirdim. Hocanın dediklerini de titizlikle yapardım. Tabii biraz da muhakeme, ilişki kurma yeteneği gerekiyor. 2,5 yılda doktorayı bitirdim ama hiç tatil yapmadım. Hatta orada bir ameliyat geçirdim. Üniversitenin doktoru bir profesör ameliyatımı yapmıştı. Demişti ki, ‘Burada yabancı öğrencilerin bazıları çok zengin, parayı gereksiz yere savuruyorlar; bazıları da zorlukla okuyabiliyor. Ben sizin durumunuzu da öğrenmek istiyorum?’. Ameliyat için doktora para ödemem gerekiyordu. ‘Burslu okuyorum efendim. Ama size vereceğim parayı hazırladım.’ deyince ‘sen o biriktirdiğin parayla tatil yap’ deyip herhangi bir ücret talep etmedi.

ABD’ye giderken çalışmakta olduğu Tarım Bakanlığı’na bağlı Bornova Ev Ekonomisi Yetiştirme Merkezi lağvedilmiş, kadrosu Köyişleri ve Kooperatifler Bakanlığı Halk Eğitimi Genel Müdürlüğü’ne aktarılmıştı. ABD dönüşünde Ankara’da kısa bir süre çalıştı. Burada birkaç eğitici film metninin çevirilerini tashih etmek ve birkaç barış gönüllüsü ile ilgilenmekten başka iş yoktu. ABD’de edindiği bilgi ve tecrübelerini hayata geçirmek için uygun bir iş aramaya koyuldu. Kısa sürede 2 teklif (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na bağlı Hıfzıssıhha Okulu ve Atatürk Üniversitesi) aldı.

O Hıfzıssıhha Okulu’nu tercih etti. Beslenme uzmanı olarak atandı. Okul, kırsal alana gönderilecek sağlık personelinin belirli bir ön eğitimden geçtikten sonra kırsal alana gitmelerini ve çalışmaları sırasında da hizmet içi eğitimle desteklenmelerini sağlıyordu.

1962 yılında Hacettepe Sağlık Bilimleri Yüksekokulu bünyesinde “Diyetetik” programı açılmıştı. Daha önce İngiltere’de insan beslenmesi konusunda yüksek lisans derecesi almış, enfeksiyon uzmanı Prof. Dr. Orhan KÖKSAL [1338 (1922)-2008] “Hastalıklarda Diyet” dersini vermek üzere görevlendirilmişti. KÖKSAL, Hıfzıssıhha Okulu’nda beraber çalıştığı BAYSAL’ı “Besin Bilimi” dersini vermek ve uygulamaları yaptırmak için Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İhsan DOĞRAMACI [1331 (1915)-2010] ile tanıştırdı ve görevlendirilmesini sağladı.

1965-1966 akademik yılının ikinci yarıyılında Hacettepe Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesinin Temel Bilimler Yüksekokulu’na bağlı Diyetetik Bölümü’nde ek görev olarak ders vermeye başladı. Aynı zamanda Hemşirelik Yüksekokulu ve Hemşire Koleji’nde de ders veriyordu.

Ek görevle üç ayrı okul öğrencilerine ders vermek yanında, hastanede ve sahada staj yapan öğrenciler ve göreve yeni başlayan diyetisyenlerin meseleleriyle de uğraştı. Hıfzıssıhha Okulu’ndaki görevini hiçbir zaman aksatmadı. Orada hekimler ve diğer personel için düzenlenen hizmet içi eğitim kurslarında ders verdiği gibi sağlık ocaklarının çalışması üzerine bilgiler topluyor onları beslenme konusunda bilinçlendiriyordu.

Hacettepe Üniversitesi’nin 8 Temmuz 1967 tarihinde 892 sayılı Kanun ile kurulmasından sonra “Diyetetik Programı” da Sağlık Bilimleri Fakültesi’ne bağlanmıştı (Ekim 1968). Aynı yıl Sağlık Bilimleri Fakültesi’ne bağlı Ev Ekonomisi Yüksekokulu kuruldu, Diyetetik Programı bu okulun çekirdeğini oluşturdu. Bölümün meslek elemanı yetiştirmenin yanında, bir yükseköğretim kurumu olarak, diğer temel amacının da beslenme bilim dalında araştırma ve yayın faaliyetlerini yürütmek olduğu görüşü doğrultusunda, bölümün adı aynı yıl “Beslenme ve Diyetetik” olarak değiştirildi.

Her geçen gün gelişen bölüme eleman yetiştirmek amacıyla lisansüstü öğretim elemanı da başlamıştı. Buna mukabil bölümün kadrolu öğretim elemanı yoktu.

DOĞRAMACI tam gün görevle Beslenme ve Diyetetik bölümünün başına geçmesini istedi. Böylece Ekim 1968’te, Sağlık Bakanlığı’nın muvafakatiyle Hacettepe’de kadrolu olarak göreve başlamış oldu. 2,5 yıllık hizmeti resmî kayıtlarda yoktu.

Bu gelişmelerin yanı sıra laboratuvarlarını kurdular ve öğrencilerini staj için Türkiye çapında köylere göndermeye başladılar. Edirne’den Şemdinli’ye kadar. Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu (UNICEF) ishalli çocuklar için çözelti göndermeden çok önce bu konuda bir çözelti (çay+limon+tuz+şeker) hazırlamışlardı. Böylece ishal salgınlarının önüne geçtiler. Şemdinli’de sınırlı sayıda köye ulaşabiliyordu. Ulaşamadıkları köylerden ishalli çocuklarına çözeltiden almaya gelenler çok oldu. “Kaç para?” diye soruyorlardı, parasız olduğunu duyunca şaşırıyorlardı. Birer örneği ellerine verip, nasıl yapacaklarını da öğretiyordu. Gerisini onlar üretiyordu.

Sağlık için şart olan, vitamin, mineral, protein ve benzeri maddelerin yetersiz alınmasından doğan hastalıklarda (malnütrisyon) yoğurtla tedaviyi başlattılar. Çocuk beslenmesinde bunun önemini tanıttılar. Süt vb. tersine yoğurt bir gün süresince bozulmadan bekletilebiliyordu; bu kullanım kolaylığı da getiriyordu.

Türkiye Diyetisyenler Derneği’nin (TDD) kurulmasına önderlik etti (1969). Ankara’da mülkiyeti bulunmayan derneğe, 2000’li yıllara kadar dernek merkezi olarak evinin kapılarını açtı.

1968 yılında yakınlarının tanıştırdığı Ahmet Nuri UZEL ile hayatını birleştirdi. Bu evliliğinden “Fatma Elif” adında bir kızı dünyaya geldi (1 Kasım 1969). İzdivacının ilk aylarında anlaşmazlıklar başladı. Elinden geldiğince evliliğini sürdürmeye çalışmasına rağmen başarılı olamadı. Sonunda yaşadığı problemler akademik kariyerini etkilemeye başlayınca evlilik birliğini sonlandırmaya karar verdi.

Ekim 1970 yılında “doçent”, Şubat 1976’da “profesör” oldu. Profesör unvanını kazanmasıyla birlikte kanun gereği başka daldan birisi tarafından yönetilen yüksekokulun müdürlüğüne atanmış oldu.

1975 yılından itibaren kitaplarının telif gelirlerini, TDD bünyesinde oluşturulan burs fonuna aktararak zor durumda olan Beslenme ve Diyetetik öğrencilerine burs verilmesini sağladı.

1987 yılında her gece televizyon ekranında mercimeğin ne kadar besleyici bir gıda olduğunu anlattı. Köfteden tatlıya mercimekle yapılan pek çok da yemek tarifini paylaşınca, Türkiye onu; “Mercimekçi Teyze” olarak tanıdı. Gazetelere verilen ilânlarla da desteklenen “mercimek kampanyası” ile 1988 yılında mercimek tüketimi yüzde 30 oranında arttı.

1966 yılında öğretim görevlisi olarak başlayıp yönetici ve eğitimci olarak sürdürdüğü görevinden 1 Haziran 1997 tarihinde re’sen emekli oldu. Emekliliğinde de beslenme ve diyetetik alanındaki çalışmalara katkı vermeye devam etti.

Emekli olduğu yıl mesai arkadaşları ve öğrencileri (Perihan ARSLAN, S. ATTİLA, Suna BAYKAN, Türkan Kutluay MERDOL, A. Gülden PEKCAN, Sevinç YÜCECAN) hakkında bir kitap kaleme alarak, ona vefâ örneği gösterdiler (Anılarla Ayşe BAYSAL, Selvi Yayınları, 120 sayfa).

2000’li yıllarda TDD burs fonunun vâkıf hâline dönüştürülmesinin yararlı olacağı düşünülerek, Prof. Dr. Ayşe BAYSAL Beslenme Eğitimi ve Araştırma Vakfı (BESVAK) kuruldu (2002). BESVAK ile diyetisyen adaylarının eğitimine de destek verdi.

Çeşitli kamu ve özel kuruluşların düzenlediği seminer, konferans ve kongrelere konuşmacı olarak katıldı. Ayrıca medya aracılığıyla halkın doğru beslenme konusunda bilinçlenmesine katkı sağladı.

2011 yılında Prof. Dr. Türkân Kutluay MERDOL, hayat hikâyesini “Silbiçli Beşik” isimli kitabında anlattı.

13 Ağustos 2016 Cuma günü 86 yaşında vefat etti. İlk olarak Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Merkez Kampüsü’ndeki Açık Hava Amfisi’nde bir anma töreni düzenlendi. Bilkent Doğramacızade Ali Sami Paşa Camii’nde öğle namazının ardından kılınan cenaze namazından sonra Ankara’nın Gölbaşı İlçesi Taşpınar Köyü Kabristanı’nda (TED Koleji yanı) toprağa verildi (15 Ağustos 2016).

Kendi ifadesi ile 75 yaşına kadar hiç ilâç kullanmadı.

BAYSAL Hoca ne tür besinler yer, ne tür besinleri tüketmeye dikkat eder, sağlığını korumak adına neler yapmaya özen gösterir? sorusuna, “Hiçbir yemeği çöpe atmaya gönlüm razı gelmez. Sebzeleri az pişirip gününde yemeğe, dondurup saklama gibi uygun koşullarda tazeliğini koruyarak tüketmeye çalışıyorum. Mesela her sabah haşlanmış bir yumurta yerim. Yanında 2-3 ceviz içi, iki kibrit kutusu kadar peynir, azcık pekmez, domates ya da bahçemden topladığım taze nanelerle kahvaltı ediyorum. Yanında da 1 dilim tam buğday ekmeği yerim. Çayım çok açık, su gibi olur. Şimdilerde damadım, torunuma ve bana her sabah portakal suyu sıkıyor, 1 bardak da onu içiyorum. Öğlen ve akşam sebze ve et yemeğe çalışırım. Aralarda elma, portakal yerim. Yatmadan evvel de mutlaka bir kupa süt içerim. En önemlisi de her gün bir sürahi dolusu suyu bitirmek zorundayım.

Yürümeye özen gösteriyorum. Hatta her gün yürüyorum. Dışarıdaysam yarım saat muhakkak yürürüm. Evdeysem sabah 10, akşam 10 olmak üzere toplam 20 dakika saat tutarak yürümeye çalışırım. Konuşurken de hiç oturmam. Sürekli hareket halinde olmaya dikkat ederim.” şeklinde cevap vermiştir.

Öğrencilere “Öncelikle kendi sağlığınızı koruyacak şekilde iyi bir beslenme alışkanlığı kazanın. Düzenli çalışın. Cesur olun. Bilgili olun. Bilginizi sürekli yenileyin. Çok okuyun. Bilgili olan insan cesur olur, yanlış yapmaz. Böylece de kimseden korkmaya gerek kalmaz. Kendi gayretinizle bazı şeyleri göze alıp cesur olun. Bunların dışında doğru olun. İnsanlara yardımcı olun. Yardımsever olun.” şeklinde tavsiyelerde bulunmuştur.

Hakkında Prof. Dr. Perihan ARSLAN, “Ayşe BAYSAL, bugün beslenmede bir ekolün kurucusudur. Araştıran, inceleyen, değişiklikleri değerlendirerek sağlığı koruyucu güvenilecek beslenme önerilerini toplumumuza kazandırmayı amaç edinmiş bir ekolün kurucusudur.

Yeterli ve dengeli beslenme sloganı ile beslenmeyi hayat tarzı hâline getiren, sabır dolu bir inandırıcılıkla bıkıp usanmadan; yalnız öğrencilerin değil Türkiye insanına, düşündüklerini, bildiklerini, uyguladıklarını anlatmayı başarabilen bir bilim kadınıdır.” ifadelerini kullanmıştır.

1972 yılından beri Türkçe olarak yayınlanan, beslenme ve diyetetik alanındaki ilk ve tek dergi olan “Beslenme ve Diyet Dergisi”nin editörlüğünü vefat ettiği tarihe kadar sürdürmüştür.

Eserleri: Prof Dr. Ayşe BAYSAL’ın ilk kaleme aldığı eseri beslenme ve diyetetik eğitimi alan öğrencilerin temel ders kitabıdır. Bu alana başlayanlar bu kitaplar öğrenimlerine başlamaktadırlar. Bu ders kitabı; günümüzde sayıları 53’ü bulan okulda okutulmaktadır. “Beslenme” (Ankara 1975, 560 sayfa.); Yemek plânlamasının son yıllarda önemsenmesiyle birlikte böyle bir kaynağa ihtiyaç duyulduğundan Türkân Kutluay MERDOL ile birlikte “Toplu Beslenme Yapılan Kurumlar İçin Yemek Planlama Kuralları ve Yıllık Yemek Listeleri” (Ankara 1982, 106 sayfa) isimli kitabı hazırlamıştır; Perihan ARSLAN ile birlikte “Çocuk Yemekleri/ Doğumdan Yetişkinliğe Çocuğun Bilinçli ve Sağlıklı Beslenmesi”, (İstanbul, 1998, 206 sayfa) kitabı kaleme almıştır; Türkân Kutluay MERDOL ve Sevil BAŞOĞLU ile birlikte Türklerin mutfak kültürünü öğretmek ve yaşatmak için hazırladıkları “Türk Mutfağından Örnekler” (Ankara 1992, 352 sayfa) isimli kitap, Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır; “Genel Beslenme” (Ankara 1997, 280 sayfa.) isimli kitabı, Yüksekokullar ve ortaöğretim alanında öğretim yapan okul öğrencileri için temel ders kitabı niteliğindedir; Nuriye ÖRER, Türkân Kutluay MERDOL, Sevil BAŞOĞLU tarafından hazırlanan “Beslenme Diyetetik Açıklamalı Sözlük”e (Ankara 1997, 394 sayfa) katkıda bulunmuştur; Meral AKSOY, H. Tanju BESLER, Nazan BOZKURT, Sevim KEÇECİOĞLU, Seyit M. MERCANLIGİL, Türkân Kutluay MERDOL, Gülden PEKCAN ve Emine YILDIZ ile birlikte hazırladığı “Diyet El Kitabı” (Ankara 1999, 654 sayfa), Beslenme ve Diyetetik Bölümü öğrencileri için ders kitabı, beslenme dersi alan Yükseköğretim Kurumları öğrencilerine yardımcı kitap niteliği taşımaktadır; Sevil BAŞOĞLU ve Efsun KARABUDAK ile birlikte “Vejetaryen Yemekleri” (İstanbul 2001, 276 sayfa.) isimli kitabı hazırlamıştır; Beslenme Kültürümüz, (Ankara 2002, 146 sayfa) adlı kitabı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bastırılmıştır; Wayne E. CRISS ile birlikte Kanseri Tanıyalım (Ankara 2004, 192 sayfa) kitabını hazırlamıştır; Perihan ARSLAN ile birlikte “Doğumdan Yetişkinliğe Çocuk Yemekleri” (İstanbul 2007, 206 sayfa.) isimli kitaba imza atmıştır; “Yüz Soruya Yüz Yanıtla Sağlıklı Beslenme” (Ankara 2010, 208 sayfa), kitabı beslenmeyle ilgili merak edilen, hemen hemen her soruya cevap veren ve aynı zamanda bir kültür kitabı niteliği taşımaktadır; “Samples From Turkish Cuisine”, (Ankara 2013, 338 sayfa.) isimli İngilizce kitap, F. Handan SACIR, Sevil BAŞOĞLU, Nevin CİĞERİM, Türkân Kutluay MERDOL ile birlikte yabancılara Türk mutfağını tanıtmak için hazırladıkları “Türk Mutfağından Örnekler” kitabının İngilizce’ye çevirisidir; “Yaşlılıkta Beslenme” (Ankara 2014, 90 sayfa.), kitabıyla yaşlılıkta beslenme esasları kapsamlı bir şekilde ortaya koymuştur.

BİBLİYOGRAFYA

Türkân Kutluay Merdol, Silbiçli Beşik, Ankara 2015, s. 13, 15, 17-20, 29, 34, 41, 45, 50, 51, 57, 59, 63, 67, 68, 71, 80, 81, 97, 102, 112, 118, 125, 131, 140-143, 271; Perihan Arslan, S. Attila, Suna Baykan, Türkân Kutluay Merdol, A. Gülden Pekcan, Sevinç Yücecan, Anılarla Ayşe Baysal, Ankara 1997, s. 49; Hasip Pektaş, “Prof. Dr. Ayşe Baysal İle Bir Söyleşi”, Öğretmen Dünyası Dergisi, Ankara, Şubat 2001, Sy. 254, s. 19-22; Zehra Büyüktuncer Demirel, “Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü: 50 Yıllık Tarihçe”, Beslenme ve Diyet Dergisi 2012, Sy. 40 (3), s. 203-210; Tuğçe Şimşek, Hanım Ece Elbir, “Türkiye’de İlk Beslenme Dersini Ben Verdim”, Kâğıt Helva (İstanbul Medipol Üniversitesi Beslenme Kültürü Dergisi), İstanbul, Mayıs 2013, Sy. 1, s. 14-18; https://www.gidahatti.com/beslenme-diyetin-duayeni-ayse-baysal-vefat-etti-ayse-baysal-kimdir-63176/ Erişim Tarihi: 23.02.2018; https://www.ntv.com.tr/saglik/mercimek-teyze-ayse-baysal-hayatini-kaybetti,VMBEplDv5k24jzyU8D4r1g Erişim Tarihi: 23.02.2018; https://www.tdd.org.tr/duyurular/prof-dr-ayse-baysal-2/ Erişim Tarihi: 23.02.2018; http://www.gercekdiyetisyenler.com/ayse-baysal-beslenme-kimdir-biyografi/ Erişim Tarihi: 23.02.2018.

Uğur ERKÂN.