[1295 (1879)-1966]
Karamanlı müderris, vaiz.
1295 (1879) yılında Karaman kazâsının Hâdim nâhiyesi, Kongul karyesinde doğdu. Babası Ahmed Efendi çiftçiydi, annesi Fatma Hanım’dı. Dört kardeşi daha vardı: Hüseyin, Mustafa, İzzet ve kız kardeşi Elmas.
İptidâîye ve rüştiyeyi memleketinde tedris etti. 1314’de (1898) on dokuz yaşındayken Konya’da İhsâniye (Topraklık) Medresesi’ne kaydoldu. O dönemde medresenin müderrisi Ziyâeddin Efendi’ydi.
Bu medresede; matematik, felsefe, yabancı dil, astronomi, fizik ve kimya gibi müspet ilimlerin yanı sıra üst seviyede kuvvetli dinî ilimler tahsil etti. Müderris İsa Ruhî Efendi [Bolay, 1297 (1881)-1954] medrese arkadaşı idi. İsa Ruhî Efendi, Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi’nin de hocasıdır.
O dönemde medreselerde tasavvuf da okutulmaktaydı. Fıtrî bir kabiliyet ile tasavvufa meyletti. Genç yaşlarında Kelâmî Dergâhı’nda vazife yapan Reîsü’l-Meşâyıhı Şeyh Muhammed Es’ad-ı Erbilî’ye [1259 (1843)-1931] intisap etti.
O’nun icâzet aldığı hocalarından birisi de ilk dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi mebuslarından “Hulâsatü’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân” müellifi Konyalı Mehmet Vehbi Efendi’dir [1278 (1862)-1949].
1324’den (1908) sonra 30 yaşlarında İhsâniye Medresesi’nde müderris oldu. İlim dünyasında “Karamanlı Müderris” olarak tanındı.
1329’da (1913) otuzdört yaşındayken evlendi. Bu izdivaçtan dört evlâdı dünyaya geldi: Sabit, Sâlih, Sare ve Sâadet…
İki sene sonra medreseyi bırakarak, Çanakkale Cephesi’ne gitti. Çok arzulamasına rağmen şehitlik mertebesine ulaşamadı. Bunu harp hâtıralarını anlatırken sık sık dile getiriyordu:
“Sağımdan solumdan kurşunlar vızır vızır geçerken, arkadaşlarım şehâdet şerbetini içiyorlardı. Onlara çok imreniyordum. Bana da bir kurşun isâbet etse de şehit olsam diye büyük bir arzu duyuyordum. Ancak nasip olmadı!..”
Çanakkale’de İngilizlere esir düştü. Tam iki yıl İngilizlerin tahakkümü altında esarette kaldı. Esir arkadaşlarıyla birlikte çok eziyet ve zorluklarla karşılaştı. Hayatını anlatırken yaşadığı bu ağır şartları şöyle dile getiriyordu:
“İngilizlerden çok kötü bir millet tanımadım. Ellerinde esir olan bizlere yapmadıkları muâmele kalmadı. Siz hiç hayatınızda atın eşeğin samanından yapılmış ekmek yediniz mi? Biz yedik. Başka yiyecek yok. Ne yapacaksın? Yemeye mecbursun. Açlık, susuzluk, sıcak, soğuk, yokluk, rezillik, ağır muâmele… Çekmediğimiz çile, çekmediğimiz işkence kalmadı. Bu kadar şerefsiz ve insanlık yoksunu bir millet İngilizler!..”
1331’de (1918) otuz dokuz yaşında esaretten kurtuldu. Tekrar İhsâniye Medresesi‘ne geri döndü. Bu vazifesini medreselerin ilga edildiği 1340 (1924) senesine kadar sürdürdü.
Medreseler kapatıldıktan sonra Konya’da vaizlik vazifesinde bulundu. Eskiden medreselerde ders verip talebe yetiştirirken, artık halka hitâp etmeye başladı. Yaptığı konuşmalarla halkı İslâm’ın ruhuna ısındırmaya, onlara ilim ve irfân aşılamaya çalıştı.
1340’da (1924) başladığı bu vazifesini 1932’ye kadar sürdürdü. Ellidört yaşındayken emekliye ayrıldı. Daha sonra Ereğli’de ikâmet etmeye başladı. Her ne kadar emekli olsa da, talebeden ve halktan asla kopmadı.
Müntesibi olduğu Nakşîliği zühdü takvasıyla örnek bir şekilde yaşadı. Fakirlere, yetim-öksüzlere, dullara, gariplere, talebelere yardım yapmayı hayatı boyunca sürdürdü. Onlara kol kanat gerdi.
Ereğli’den Karaman’a sohbet yapmak için gidip gelmeye başladı. 65 yaşlarında inandığı tasavvuf ahlâkı uğrunda Karaman’da bir sohbette tevkif edilip, altı ay ceza evinde kaldı. Bu onun Karaman’a yerleşmesine vesile oldu. Es’ad Erbilî Hazretleri’nin Karaman vazifedarlığını yürüttü. Es’ad Erbilî Hazretleri’nin darü’l bekâya irtihâlinden sonra, Ramazanoğlu Mahmûd Sâmî Efendi Hazretleri’ne gidip müracaatta bulundu: “Efendim 11 yıl oldu, vazifenin sizde olduğunu biliyoruz ihvanın başına geçseniz, sizi bekliyoruz.” Sâmî Efendi Hazretleri “Vazifedarlardan gelip müracaat eden olmadı” diye cevap veriyor. Bunun üzerine; “Efendim işte ben şimdi geldim, müracaat ediyorum.” diyor.
27 Mayıs 1960 ihtilâlinde Karaman’dan ayrılmak zorunda kaldı ve geri kalan ömrünü Konya’da tamamladı.
Konya’da bir sabah namazında; imam efendinin okuduğu azab âyetlerinden çok etkilendiğini, başına manevî bir tokmak indiğini ifade ederek, rahatsızlandı. Yirmi gün kadar hasta yattı. “Dünyaya bir daha bakmayacağım” diyerek, 21 Eylül 1966 tarihinde Hakk’a yürüdü.
Emekli olduğu 1932’den itibaren Kur’ân, hadis, fıkıh ve kelâm temelinde ilmî, fikrî tecrübelerini yazıya döktü. Defterleri yazıp yazıp bir kenara kor, “okuyan yok, belki de kaybolacak bu yazdıkların” diyenlere; “biz yazıp görevimizi yapalım. Zamanı gelince biri çıkar bunları kitap olarak neşreder.” derdi.
Yekûnu kırk beş adet tutan bu defterler, torunu Muhammed Güleryüz tarafından Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu’na iletilmiş olup, fakülte talebelerine elli beş ayrı “lisans tezi” olarak transkript (Lâtinize) ettirilmiştir. Toplamda 3 bin 500 sayfa civarında bir yekûn tutan bu tezler, fakültenin kütüphanesinde bulunmaktadır.
Uğur ERKÂN.
BİBLİYOGRAFYA:
Müderris Osman Efendi ve Tasavvufi Risaleleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi, Lisans Tezleri; Ethem Cebecioğlu, “Kelâmî Dergâhı’ndan Şahsiyetler Karamanlı Müderris Osman Güleryüz Efendi (1879-1966)”, Altınoluk Dergisi, Sayı: 412, Haziran 2020, s. 42-44; facebook:/ Mehmet Güleryüz; Y. Selman Tan, “Mustafa Kamer Ağabey ile Vefatından Önce…”, Sayı: Nisan 2016 https://www.altinoluk.com.tr/blog/mustafa-kamer-agabey-ile-vefatindan-once-1-teheccud-gecenin-anasidir Erişim Tarihi: 06.06.2020.