Karaman’da 931’in bir kış günü…

Komşuları müftü efendinin elleri kelepçeli bir vaziyette apar topar götürülüşüne bir mânâ veremediler.

Pek mübarek, müttakî, mütevâzi ve muhterem bir zât. Hem de müftü. Nasıl bir suç işlemiş olabilirdi ki.

Müftü efendinin “Evlâdım beni nereye nefyediyorsunuz?” suali cevapsız kaldı.

Bilinmez bir yere doğru yol alıyorlardı. Evine dönebilecek miydi?. Bir “hasbinallah” çekti. Zevcesi, evladı ıyalı gözünün önüne geldi. Demirciler Câmii’nde ikindileri verdiği vaaz ve nasihatları aklına geldi. “Ya Sabır” dedi. Musibete karşı da sabır edilmeliydi değil mi.

Karaman’ın Tamburacızâde Mustafâ Necâtî Efendi olarak bildiği Müftü Efendi, bu vazifeye Çoğlulu Durmuş Efendi’nin[1] vefatı üzerine getirilmişti.

Müftü efendiye söylenmese de, araç yönünü çoktan İzmir’e çevirmişti.

Menemen’de 23 Kânûnuevvel (Aralık) 1930 günü vukua gelen bir müessif hâdise[2] kanları dondurmuştu. Bu hâdise Karaman’da infial tesiri yapmış, Karaman gençliği ve halkı meydanda toplanmışlardı. Burada akdedilen heyecanlı bir mitingde; muallim ve ihtiyat zabiti âziz Kubilay’ın şehâdetiyle neticelenen son Menemen hâdisesinin müvellidi olan hain irticaı ve kara kuvveti tel’in etmişlerdi.

Ayrıca Reîsicumhur Gazi Mustafâ Kemâl hazretlerine telgraf çekilmişti. Telgrafta; mitingten bahisle “Mukaddes Cumhûriyet mefkûresini yaşatmak için bütün Karaman halkının son damla kanlarını fedâ edecekleri hakkındaki îmanlı ahitlerini ihtiramlarımızla ulu halâskârımıza (kurtarıcı) iblağ ederiz.[3] şeklinde hislerini aktarmışlardı.

Müftü efendi, Menemen’e girerken bir ölüm sessizliği hâkimdi. Menemen ufûnetli bir havaya bürünmüştü. Saat 8’den sonra sokağa çıkmak yasaklanmış. Düğün dernek gibi her çeşit cemiyet men olunmuş. Kasabaya giriş ve çıkışlar izne tâbi kılınmıştı. Mektuplar kısa yazılıyor ve açık olarak postaya verilebiliyordu.

Müftü efendi, mahpushanede mahkemeye çıkacağı günü beklemeye başladı. Nihayet 12 Şubat 1931 günü öğleden önce Menemen Divanı harbi örfiye çıkarıldı.[4] Zafer İlkmektebi binasında görülen birinci celsede, Karaman müftüsü Mustafâ Necâtî Efendi’nin muhâkemesi yapıldı.

Müftü efendi ifadesinde; tarikatten[5] olmadığını, Şeyh Es’ad’ı[6] ve İmam Sâdık[7] efendileri tanımadığını, yalnız Karaman’dan bir tüccarın İstanbul’a gittiğini, Sâdık Efendi ile görüştüğünü, Sâdık Efendi o tüccara Karaman’a gelmek istediğini ve geldiği zaman kendisine muâvenet etmesi için müftüden rica etmesini tembih ettiğini ve tüccarda avdette bunu kendisine söylediğini ifade etmiş ve Sâdık Efendi’nin gelmediğini ayrıca ilâve etmiştir.

Bunun üzerine Mustafâ Necâtî Efendi’nin İmam Sâdık Efendi’ye yazdığı mektup okunmuştur. Bu mektupta, maznun Sâdık Efendi’ye Karaman’a gelmesinden beyanı memnuniyet ediyor bazı hocalara selam gönderiyordu. İfadesinde mektupta isimleri geçen bu hocalara; Reşit Hoca, Nuri Hoca, İbrâhim’i tanımadığını söylemiş ve ilk istintakta bu hoca İbrâhim’in; galiba, “Laz İbrâhim[8] hocadır” diye verdiği ifadeyi tevile çalışmıştır.

Müteâkiben Erbilli Seyyid Mehmed isminde birisini tanıyıp tanımadığı sorulmuş, onun kendisine yazdığı mektup etrafında îzâhat istenilmiştir. Cevabında, tanıdığını Konya Ereğlisi’nde mukim bir fakir olduğunu, bir zaman Karaman’a geldiğini, kendisini gördüğünü ve fakir haline acıyarak ona muâvenet temin ettiğini, bilahare Ereğli’ye avdet eden adamın tekrar sıkıntıya düçar olduğundan bahisle muâvenet etmesi için kendisine mektup yazdığını ve okunan bu mektubun o mektup olduğunu söylemiş ve “fakat bu mektuba cevap vermedim”, demiştir.

Medine’de Filornalı Mehmed Emin isminde birisini tanıyıp tanımadığı sualine, cevabında; tanıdığını Karaman’a geldiğinde görüştüğünü sonra tekrar Medine’ye gittiğini ve Karaman’da iken bir hastalık için bir kadından bir ilaç tarifnâmesi aldığını bilâhare bu adamın kendisine tarifnâmeyi kayıp ettiğinden, bahisle o kadınla görüşüp tekrar kendisine malûmat vermekliğini rica ettiğini, ricasının yerine getirdiğini söylemiştir.

Müteâkiben evrak arasında çıkan erkamı (rakamlar) havi bir kâğıt gösterilmiş ve bu nedir? sualine cevaben; “İzhar[9] okuyan çocuklara mahsus bir cetveldir”, demiştir.

Tekrar Erbilli Seyid Mehmed isminde birisini tanıyıp tanımadığı sorulmuş, cevabında bu isimde bir şahsın Karaman’a gelip Hacı İbrâhim Efendi isminde birisine misafir olduğunu ve Hacı İbrâhim’in evinde misafir kaldığı ilk akşam kendisini de akşam yemeğine çağırdığını ve gittiğini ve yemekten sonrada bu adamın Erbil’e gitmekte olan Seyyid Es’ad’ın oğlu Seyyid Mehmed olduğunu öğrendiğini, fakat yanlarında çok kalmadığını ve derhal ayrılıp camiye gittiğini ve onun yüzünü bir daha görmediğini ve Karaman’dan ne zaman ayrıldığını bilmediğini söylemiştir.

Müteâkiben müddeiumumî muâvini Fuat Bey iddiasını serdederek; Mustafâ Necâtî Efendi’nin Nakşî tarikatı müntesiplerinden olduğunu, Şeyh Sâdık Efendi’ye yazdığı 12 Şubat 324 tarihli[10] mektubunda maslûp Laz İbrâhim Efendi’ye selam göndermesi onun himemi mürşidaneleri talebinde bulunması gösteriyor ki tarikat halifesi Şeyh Sâdık’ın Konya havalisinde faaliyeti eseri olarak Mustafâ Necâtî Efendi’nin tarikatın siyasî bir maksat takip ederek intisap ettiğine dair delil olmadığından tekkelerin seddine dair olan kanun çerçevesine girdiğini maznunun Konya isyanında[11] yaptığı hizmet mahkemeyi âliyelerince takdir buyrulduğu takdirde hakkında efali muhaffeden addile tecziyesini istemiştir.

Müteâkiben müdâfaa dinlenmiştir.

Mustafâ Necâtî Efendi tarikata intisâbı olmadığını, memlekete birçok hizmetlerde bulunduğunu söylemiştir.

Heyeti hâkime Şeyh Es’ad’ın en faal azalarından olan Hâfız Sâdık’a mektup yazması ve Karaman’a geleceğinden beyanı memnuniyet etmesi ve o mektubunda selâm yazdığı İbrâhim Efendi’nin maslûp (asılmış) Laz İbrâhim olduğunu bildiği halde onu inkâr etmesi ve Hâfız Sâdık’ın bu mektubundaki İbrâhim Efendi’nin Laz İbrâhim olduğundan şüphe etmesi ve maslûp İbrâhim’den himemi mürşidâne talep etmesi delaletleri ile maznunun muzır (zararlı) teşkilat şebekesine dâhil olduğu kanaatini hasıl etmiş ve hareketi Türk Ceza Kanununun 163 üncü maddesinin ikinci fıkrası delaleti ile 312 inci maddesine tevfikan altı ay hapsi ile 75 lira ağır cezayı nakdiye mahkûm edilmiştir.[12]

Cezasını tamamlayan Mustafâ Necâtî Efendi Karaman’a avdet etmiştir. Bir müddet polis tarassudu altında kalmıştır.

Daha sonra Mersin’e hicret etmiştir. Burada mütevazı hayatına devam eden Mustafâ Necâtî Efendi Mersinlilerin de gönlünü kazanmıştır. Fahrî olarak Tahtalı Câmiinde imam-hatiplik yapmıştır. 88 yaşında ebediyete irtihal etmiştir.[13]

Bu müessif hâdise ile hiçbir alâkası olmadığı halde müftümüze revâ görülen muâmele bu maalesef.

Ya hiç suçu olmadığı halde nasibine darağacı düşenler…

 Uğur ERKÂN.


[1] Çoğlulu Durmuş Efendi (H. 1302/ M. 1886-1927) çok zeki ve ateşin karekterli bir ilim adamı idi. 1,5 yıl kadar Karaman müftülüğü yapan Çoğlulu Durmuş Efendi 41 yaşında vefat etmiştir (Mehmet Ali Kırboğa, Silinmeyen Simalar Karaman ve Konya Civarı Hocaları, İstanbul 2012, s. 194).

[2] Birkaç meczubun eseri mi, yoksa bir komplo mu olduğu bugün bile bilinemeyen Menemen hâdisesi, sonraki yıllarda din aleyhtarlığı için kullanılan bir slogana dönüştürülmüştür. (http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=771) Bu müessif hâdise resmî görüşlü Prof. Dr. İsmâ’îl Hakkı Uzunçarşılı’ya göre; “İstanbul/Erenköy’de oturan 84 yaşındaki Nakşî Şeyhi Erbilli Şeyh Es’ad Efendi ile oğlu Mehmed Ali Efendi tarafından plânlanıp, Manisa Askerî Hastanesi imamlığından emekli olan Laz İbrâhim Hoca tarafından teşvik/tahrik edilen ve Derviş Mehmed ile adamları tarafından icra edilen menfur bir irtica olayıdır.” Mizansende yer almasına rağmen Derviş Mehmed’in Şeyh Es’ad Efendi ile mânevî veya maddî hiçbir alâka ve münasebeti bulunmamaktadır. Her ikisi de farklı dünyaların insanlarıdırlar. Giritli olan Derviş Mehmed mehdilik iddiasında bir esrarkeş, Es’ad Efendi bir İslâm âlimi ve tasavvuf büyüğüdür.

[3] Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 13 Ocak 1931, Sayı: 3414, s. 4.

[4] Aynı gün Divanı harbi örfi mahkemesi Miralay Âtâ Bey’in riyasetinde öğleden evvel üç ve öğleden sonra iki olmak üzere beş celse akdetmiştir (Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 13 Ocak 1931, Sayı: 3414, s. 4).

[5] Nakşibendîlik; H. 791/ M. 1389 tarihinde vefat eden Hace Muhammed Bahauddin Nakşibend hazretlerinin temel usullerini belirlediği bir manevî terbiye sistemidir. Bu ekol onun adına nispet edilerek “Nakşibendîlik” diye anılmaktadır. Bu terbiye yolu ve usûlü, Şah-ı Nakşibend hazretleri ile başlamış değildir. Kendisi bu yolun usûl, adap ve feyzini önceki büyüklerden almıştır.

[6] Es’ad Erbilî (H. 1263/ M. 1847 Erbil, Musul-1931 Menemen, İzmir) Nakşibendî-Hâlidî şeyhi. Asıl adı Muhammed Es’ad’dır. Kelâmî Dergâhı’ndaki vazifesinin yanı sıra zaman zaman Selimiye Dergâhı’na da giderek irşad faaliyetini tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar sürdürdü. Tekkeler kapatıldıktan sonra inzivaya çekildiği Erenköy Kazasker’deki evinde sürekli polis tarassudu altında tutuldu. Menemen hâdisesi ile ilgisi olduğu iddia edilerek oğlu Mehmed Ali Efendi ile birlikte Menemen’e götürülüp idam talebiyle yargılandı. Hakkında verilen idam cezası yaşlılığı sebebiyle müebbet hapse çevrildi. Oğlu ise idam edildi. Es’ad Efendi Menemen’de askerî hastahanede tedavi görürken 3-4 Mart 1931 gecesi vefat etti. Onun zehirletilerek öldürüldüğü şeklinde bir kanaat de vardır. Cenazesi ailesine verilmeyerek resmî makamlar tarafından Menemen’de defnedildi. Mezarının bulunduğu arsa üzerinde 1962-1963 yıllarında bir câmi yaptırıldı. (http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=110348 Erişim tarihi: 23.09.2018). Es’ad Efendi’nin Bursa kaplıcalarına gidişinde kendisini karşılayanların çokluğu hükümeti endişeye düşürmüş; Ankara’dan gidenlere bile yapılmayan tezahüratın, bir hocaya layık görülmesi hiddete yol açmıştır. Menemen hâdisesi, bu nüfuzlu şeyhi bertaraf etmek için bahane olmuş; maznunların da onunla irtibatı araştırılmış ve bir şekilde bulunmuştur (http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=771 Erişim tarihi: 23.09.2018).

[7] Bayezid Câmii imamı idi. Kurra Hâfızı Abdurrahman Gürses Efendi’yle beraber Kelâmî Dergâhı’na devam edenler arasındaydı. Tekkenin müdavim hâfızlarından olan Hâfız Sâdık, Tekirdağlı Hâfız Ali Rıza Efendi’nin talebesi idi. Meşrutiyet yıllarında hâfızlar meydanında yer alan Sâdık Efendi o dönemde iştiharın evc-i bâlâsına (şöhretin zirvesine) çıkmıştı (Carl Vett, Dervişler Arasında İki Hafta, İstanbul 2017, Ekler kısmı, s. 230; Ali Rıza Sağman, Meşhur Hâfız Sâmi Merhum, Hayatı, Sesi, Tavrı, Aşkı, Karakteri, Okuyuşu, Ankara 2012, s. 61).

[8] Laz İbrâhim, Manisa Hastanesi imamlığından mütekait idi. Hakkında verilen idam cezası 3 Şubat 1931 tarihinde Menemen İstasyon’a kurulan darağacında infaz edilmiştir (Resmî Gazete, 3 Şubat 1931, Sayı: 1716, s. 227).

[9] İzhar Arapça bir nahiv kitabıdır. Nahiv; cümlenin oluşum özelliklerini cümleyi oluşturan kelimelerin cümle içindeki fonksiyonlarını ve kelimelerin cümle içindeki dizilişlerini konu alan bir dil bilimi dalıdır. Batıda bu bilime “sentaks” denilmektedir.

[10] Rumî 12 Şubat 1324 tarihi, miladî takvime 25 Şubat 1909 olarak çevrilmektedir (http://www.ttk.gov.tr/genel/tarih-cevirme-kilavuzu/). Mustafâ Necâtî Efendi’nin doğum tarihi H. 1290/ M. 1873 olduğuna göre bu mektubu 36 yaşında kaleme aldığı gibi vaziyet ortaya çıkmaktadır.

[11] Delibaş Mehmed’in, çevresine topladığı 500 asker kaçağı ile R. 2 Teşrînievvel 1336/ M. 2 Ekim 1920’de Çumra’yı basması ile başlayan isyan, Karaman’a da sıçramıştır. Âsîler R. 5 Teşrînievvelde/ M. 5 Ekim’de Ağa değirmeninin olduğu yerden Karaman’a girmişlerdir. R. 9 Teşrînievvelde/ M. 9 Ekim’de Karaman çevresi âsîlerden tamamen temizlenmiştir.

[12] “Karaman müftüsü hapse mahkûm oldu”, Vakit Gazetesi, 12 Şubat 1931, Sayı: 4705, s. 4; “Gizli teşkilata Mensup Olanlar Mahkûm Oldu”, Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 14 Şubat 1931, Sayı: 3446, s. 1, 4.

[13] Durmuş Ali Gülcan, Geçmiş Yılların Karaman Müftüleri ve Belediye Başkanları, Konya 1996, s. 61-62.