Takvimler, 16 Ocak 1947 Perşembe gününü gösteriyordu.

Soğuk bir kış günü Karaman halkı, büyük misâfiri karşılamak için tren garına akın etmişti. Kaymakam Nâzım Bey (Arda), Belediye Başkanı Kara Ziyâ (Yusuf Ziyâ Göcü), Garnizon komutanı ve Karamanlılar büyük misâfiri ağırlamak için bekliyorlardı.

Hareket memuru saatini kontrol etti. Tren gara girdiğinde saat 09.30’u gösteriyordu. Tren durur durmaz kompartımanından inen büyük misâfir, ihtiram resmini (karşılama töreni) ifa eden askerî kıtayı selâmladı.

Büyük misâfir, kendisini sevgi gösterileriyle alkışlayan Karaman halkına iltifatta bulunmayı ihmâl etmedi. Dönüş yolu boyunca kendisine gösterilen yakın ilgiden çok mütehassıs olduklarını bildirmişti.

Bu büyük misâfir, Ürdün’e dönmekte olan Haşimî Ürdün Kralı Majeste Abdullah’tan başkası değildi.

Majeste Kral, 1937’de Atatürk’ü ziyaret maksadıyla geldiği ülkemize, 1947 ve 1950 yıllarında olmak üzere iki defa daha gelmiştir.

Büyük misâfire Reîsicumhurun treni tahsis edilmişti. Ayrıca Reîsicumhur hazretlerinin Başyaveri Binbaşı Cevdet Tulga, yaverlerden deniz Yüzbaşısı Sait Kurtokan ve Dışişleri Bakanlığı adına da Ortaelçi Bedri Tahir Şaman refakat ediyordu.

Bu ziyaret Anadolu Ajansı (AA) tarafından gazetelere; “Haşimî Ürdün Kralı Majeste Abdullah hususî trenle bu sabah saat 9.30’da Karaman’a gelmişler, trenin tevakkufu (bekleme) müddetince Majeste Kral kendilerini karşılamaya çıkan halka iltifatta bulunmuş ve içten gösteriler arasında buradan ayrılmışlardır.” şeklinde geçilmiştir (1).

Akabinde Majeste Kralın hususî treni saat 16.30’da Adana Garı’na girmiş, burada basın temsilcilerini kabul etmiştir. Gazetecilerin “Memleketimizden ayrıldığınız şu sıradaki ihtisaslarınızı (hislerinizi) lûtfeder misiniz?” sualine cevaben, Majeste Dışişleri Bakanını işaretle: “Bunu söylerseniz, hariciye vezirimiz darılır” demişler ve şöyle ilâve etmişlerdir: “Çünkü biz ayrılık istemiyoruz.”

Sözlerine devam eden Majeste bilhassa şöyle demiştir: “Memleketinize veda ettiğim şu sırada kendi evimden ayrılmış gibiyim. Gezdiğim her yerde büyük bir kabul gördüm. Bütün bunlar, merbutiyetimi (bağlılığımı)  muzâaf kılmıştır (kat kat artırmıştır).

Niçin kendisini “kendi evinden ayrılmış” gibi hissetmesin ki. “Ayrılık istemiyoruz” diyen bu kral, Osmânlı coğrafyasında dünyaya gözlerini açmış. Gençliği payitahtta geçmiş (2), hatta 1908’de İstanbul’da açılan Osmânlı Mebusan Meclisi’nde Hicaz mebusu olarak bulunmuş ve Şûra-yı devlet azalığı deruhte etmişti.

Gün gelmiş babası, hayallerinin peşinde velinimetine ihanet etmiş, âsi bir kul olmuştu (3).

Kendisi İngilizler tarafından tarihte gerek toprak olarak gerekse halk olarak var olmayan bir devletçiğin başına geçirilmiştir. Osmânlı’ya ihanet eden Haşimîlerin hazin sonları ise ibret-âmizdir. Kendisi İsrail’in kurulmasından 3 yıl sonra Kudüs’te cuma namazı çıkışında bir Filistinli tarafından yapılan suikastte öldürülmüştür.

Babası tahtını kaybedip sürgüne gönderilmiş (4). Kardeşi amansız bir hastalıktan ölmüş (5), diğer kardeşi tahtını kaybedip köşesine çekilmiştir. Yeğenlerinden ikisi parçalanarak öldürülmüş (6), biri de sözde trafik kazasına kurban gitmiştir (7). Yerine geçen oğlu ise akıl sağlığını kaybetmiştir (8).

Babası “Başımıza gelenler, Osmânlı’ya ihanetimizin ilahî cezasıdır!” diyerek iki gözü çeşme ağlıyordu (9), kendi adını taşıyan torunu da ağlamaya (10) devam ediyor.

Uğur ERKAN. _______________________________________________________________________________________________________________________________________________(1) (1) Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) yayın organı olan Ulus Gazetesi tarafından Haşimî Ürdün Kralı Majeste Abdullah hakkında “büyük misâfirimiz” ifadesi kullanılmıştır (Ulus Gazetesi, 18 Ocak 1947, Sayı: 9162, s. 1, 4.).

(2) Babası Şerif Hüseyin, Cennetmekân II. Abdülhamid Han zamanında ‘‘Bağımsız bir Arap devleti kurup bütün Araplar’ı tek bir bayrak altında toplamak’’ hevesine kapıldığı ve bu iş için İngilizlerle temasa geçtiği anlaşılınca İstanbul’a getirilip göz hapsine alınmıştır. Payitahttan ayrılması, hatta evinden dışarıya adım atması bile yasaklanmıştır. Yıllarca böyle yaşamış ama II. Abdülhamid Han’ı devirip iktidara gelen İttihadçılar akıl almaz bir iş yaptılar. Babasını ‘‘Emir’’ unvanıyla Mekke’ye yollamışlar, yani kurda kuzu emanet etmişlerdir. (Murat Bardakçı, Yatağında Ölemeyen Lanetli Hanedan, http://www.hurriyet.com.tr/yataginda-olemeyen-l-netli-hanedan-39060787).

(3) Şerif Hüseyin 1916’nın 9 Eylül’ünde kendisini ‘‘Hicaz Kralı’’ ilân etti, bir ‘‘isyan’’ ve ‘‘cihad’’ bildirisi yayınladı.

(4) Hicaz Kralı Şerif Hüseyin Vehhabî ayaklanması üzerine Kıbrıs’a sürgün edilmiş, 1931’de hayal kırıklığı, aşağılanma ve acılar içinde Amman’da ölmüştür.

(5) Önce 5,5 aylığına Suriye kralı yapılan I. Faysal, Fransızların itirazı üzerine Irak kralı ilan edilmiştir. İsviçre’de 1933 yılında devasız bir hastalıktan mum gibi eriyerek ölmüştür.

(6) Kral I. Faysal’ın yerine geçen oğlu Gazi, Türk yanlısı bir politika izlediğinden Bağdat’ta bomboş yolda arabasının elektrik direğine çarpması sonucu ölmüştür (1939).

(7) Kral II. Faysal ve nâibi amca oğlu Abdülilah 1958’de halk ayaklanmasında ailesiyle birlikte parçalanarak öldürülmüştür.

(8) Kral Talâl, ahir ömrünün 19 yılını meczup olarak İstanbul’da Ortaköy Şifa Yurdu’nda tamamlamıştır (1972).

(9) “Çocukluğunda bayramlarda babasıyla birlikte Şerif Hüseyin’i ziyaret ettiğini anlatan Rauf Denktaş, sürgündeki kralın kendilerini görür görmez Osmânlı’yı hatırladığını ve ‘Ah ben Osmânlı’ya nasıl ihanet ettim? Şimdi ihanetimin cezasını çekiyorum’ diye iki gözü iki çeşme ağladığını anlatır.” (Mustafa Armağan, Osmanlı’ya İhanet Eden Aileye Ne Oldu).

(10) II. Abdullah, (Taha Akyol, Anıtkabirde Bir Kral, http://www.hurriyet.com.tr/anitkabir-de-bir-kral-22747510).