HACI HAYREDDİN EFENDİ (KARABAŞ)

[1296 (1880)-1952]

Karamanlı müderris, müftü.

Yozgat merkeze bağlı Köseyusuf Köyü’nde doğdu. Çok küçük yaşta büyük bir acıyla karşılaştı. Annesi doğum yaparken vefat etti.

Üvey annesinin bir vesileyle babasına şikâyeti, babasının da “sen nasıl yaramazlık yaparsın?” diye kendisine attığı tokat çok ağrına gitti için 9 yaşındayken bir arkadaşı ile evden kaçtı.

Arkadaşı ile birlikte uzun bir yolculuğa çıktı. Her rastladıkları medreseye sığındılar. Buralarda yiyip, içip eğitim aldılar. Yol Arkadaşı bir zaman sonra vazgeçti ama onun uzun ve meşakkatli yolculuğu İstanbul’a kadar uzandı. Nihayet eğitimini İstanbul medreselerinin birinde tamamlayarak müderris oldu.

Ardından Karaman’a Karabaş-ı Veli Medresesi’ne müderris ve yönetici olarak tayin edildi.

Kızı Ayşe “Babamın yolculuğunun ve eğitiminin ablalarımın doğum tarihlerini dikkate alarak 15 seneden fazla sürdüğünü tahmin ediyorum.” şeklinde ifade etmektedir.

1321’de (1905) Karaman’a geldi. Daha İstanbul’da okuldayken bir rüyasında çok güzel bir mihrap yönünde namaz kıldığını gördü. Çok tesirinde kaldığı bu rüyada gördüğü mihrabın olsa olsa Mekke Medine’de olabileceğini düşündü ve Karaman’a tayininin ardından çok genç yaşta hacca gitti. Ancak rüyasındaki mihrabı oralarda bulamadı.

Karaman’a dönüşünün ardından medresenin camisinde namaz kılarken bir anda rüyasındaki mihrabın karşısında olduğunu fark etti. Bu olay sonucunda hayatının Karaman’da olduğunu anladı ve Karaman’a iyice bağlandı.

İlk izdivacını Karaman eşrafından Mansur Dede şeyhlerinden birinin kızı Leylâ Hanım’la yaptı. Bu izdivaçtan Fahriye ve Zeliha isminde kızları oldu. Kısa bir süre sonra Leylâ Hanım’ı kaybetti.

Karaman’da tanıştığı “Baba Efendi” lakabıyla bilinen Hadizâde Mustafâ Efendi [1275 (1859)-1926] hem mürşidi, sonra da dostu oldu. O da genç dostuna, bu parlak müderrise sevgili kerimesi Âdile Hanım’ı vermekte hiç tereddüt etmedi.

Kayınpederi Karaman’da müftülük yapmış pek muhterem ve münevver bir zâttı. Onu örnek aldı. Din ırk ayrımı yapmadan herkese elini uzattı, herkese yol gösterdi. O tarihlerde Karaman’da Müslüman Türkler yanında önemli sayıda yerli Rum ve Ermeni nüfusu da yaşamaktaydı. Toplum tam bir birlik ve dayanışma içindeydi. Elbette bu toplumsal barışta şehrin ileri gelenlerinden Hadizâde Mustafâ Efendi’nin rolü de önemliydi.

Kayınpederiyle birlikte Millî Mücadele’nin önemli destekçileri oldular. Mustafa Kemâl Paşa bir keresinde Lâtife Hanım ile beraber güneye giderken trenini Karaman’da durdurmuş inerek kayınpederinin hem hayır duasını aldı hem de istişare etti.

Mansur Dede Mahallesi’nde ikâmet etti. Aynı zamanda bakkaliye işletti. Hasat zamanı Karaman’ın köylerine öşür (aşır) toplamaya giderdi.

1321’de (1924) Tevhid-i tedrisât kanununun yürürlüğe girmesinden sonra askerî kışlaya yakın olan medresesi, silâh ve mühimmat deposu olarak tahsis edildi.

Kızı o günleri şöyle anlatmaktadır:

Medresesinin babamın özenle baktığı bahçesi ve yetiştirdiği çiçekleri onun için çok önemliydi. Sonradan medresenin terk edilmişliğine, yıkık duvarlarına bahçesindeki süs havuzu ve etrafındaki güllerin diğer çiçeklerin bakımsızlığına yok oluşlarına ne kadar üzüldüğü bugün gibi gözümün önünde.”

Boşta kalınca zirâat ve ticaretle uğraştı. Hatırı sayılır miktarda toprak sahibi oldu.

Artık Karaman ikinci memleketi değil maddî ve manevî bağlarıyla tek memleketi oldu.

Âdile Hanım’dan 5 kız evladı oldu. Birinci çocuğuna büyük bir hatırşinaslıkla ilk eşinin adını verdi: “Leylâ”. Diğerlerine Hayriye, Emine, Ayşe ve Nefise adını koydular.

Âdile Hanım’ın ağır kalp hastası olduğu ortaya çıktı. Akabinde de felç oldu. Eşine şefkatle 10 seneden fazla baktı.

Karabaş Veli Hazretleri Medresesi’ne olan bağlılığının ve sevginin etkisiyle 1934 yılında soyadı olarak “KARABAŞ” ismini aldı.

İcazetnâmesi yeniden kurulan devlet kurumlarınca tanındı ve 1944 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı ona müftülük kadrosu verdi. Bu kadroya alınması için Osmanlı zamanında aldığı eğitiminin üniversite eğitimine denk oluşuna ilişkin bir diploma, dönemin Maarif Bakanı Hasan Âli YÜCEL tarafından Diyanet İşleri Başkanlığına gönderildi. Yeni vazifesi vesilesiyle âilesi ile birlikte Dikili’ye ve İzmir’e gitti.

Karaman’ı o kadar sevmesine rağmen artık çocuklarını düşünerek İzmir’de deniz kenarında yerleşmeyi istedi ama eşinin isteği üzerine Karaman’a döndü. Sonra hep Karaman civarında kısa kısa vazifeler aldı.

Bu gidip gelmeler sırasında kıymetli kitapları ile onca sene özenle topladığı objeler zarar görmeye dağılmaya başladı. Eşinin hastalığı ilerleyince ileriyi görerek kıymetli kütüphanesini bağışlamaya karar verdi. O sırada Maarif Vekâleti Kütüphaneler Müdür Muavini Karamanlı İsa ÖNDER ile temasa geçti. Birlikte kitaplarını el yazmalarını tasnif ettiler. Önemli bir kısmını Ankara’daki Millî Kütüphaneye kalanlarını da Karaman Kütüphanesi’ne verdi.

O günü kızı “Annemin hastalığı sebebiyle çok üzgün ve adeta yıkkın olan babamın kitaplarından ne zor ayrıldığını bilemezsiniz.” şeklinde ifade etmektedir.

1952 yılında emekli oldu ve temelli Karaman’a döndü. Temmuz ayında eşi Âdile Hanım’ı kaybetti.

Âdile Hanım’ın ayrılığına dayanamadı birkaç ay sonra da ahirete irtihal etti.

Kızı o günü şöyle anlatmaktadır: “Babacığımı gece yarısı kaybetmiştik. Sabah erken kapıya bir hanım geldi. Babamı yıkayıp defne hazırlamak için iki üç dostunun geleceğini mevtayı elleriyle hazırlayacaklarını, beklememizi söyledi. O anda bu haberi, olanları kavrayamadık. Ama bu an hatırladıkça tüylerim hala diken diken olur. Nurlar içinde yat babacığım.

Fıtraten insan sevgisiyle doluydu. Hayvanları ve çiçekleri de severdi. Ayrıca pek mükrimdi, ikram etmekten hoşlanırdı. Herkese elini uzatırdı, çok sevilirdi, kimseyi boş çevirmezdi.

Çok okurdu büyük bir kütüphanesi vardı çok sayıda el yazması ve kıymetli kitaplar toplamıştı. Kıymetli kitaplar yanında güzel eşyaya, medenî gelişmelere de meraklıydı idi, çağdaş ne varsa evine girerdi.

Kızlarının hepsini okuması için teşvik etti. Son derece kanunlara saygılıydı. Felsefesinde kadın-erkek ayrımı yoktu. Kızlarını zamana uygun yetişmesine özen gösterdi. Kızlarını her yere götürürdü. Karaman’a gelen tayyareyi görmeye, cambazlara, Hacivat-Karagöz gösterileri ile sinemaya hep birlikte gittiler.

Kendisine zaman zaman niye siyasete girmediği sorulduğunda kayınpederine saygısızlık etmek istemediğini, onun önüne geçmemek için kalkışmadığını belki de ondan teklif beklediğini belirtir ve artık her şeyin geçtiğini söylerdi. Yalnız bir keresinde “bazı arkadaşlarım gibi hakimliği tercih edebilirdim, toprak beni bağladı” derdi.

Karamanlılar kendisini “Hacareddin Efendi” diye anmaktadır.

Harb-i Umumi yıllarında, Erzurum’dan Karaman’a “muhacir” olarak gelen Samed Efendi ve âilesine yaptığı yardımlar hiç unutulmadı. Öğretim üyesi Dr. Lütfi SEZEN çocukluk ve gençlik yıllarında âile büyüklerinden dinlediği onunla alakalı hatıraları bir saygı ve takdir hissi olarak dile getirmeyi zevkli bir görev saydı.

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi tarafından 4 Mayıs 2015 tarihinde düzenlenen “1. Dünya Savaşında Anadolu İnsanı ve Karamanlı Hacı Hayrettin Efendi” adlı konferansta anıldı.

Uğur ERKÂN.

BİBLİYOGRAFYA:

(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi tarafından 4 Mayıs 2015 tarihinde düzenlenen “1. Dünya Savaşında Anadolu İnsanı ve Karamanlı Hacı Hayrettin Efendi” adlı konferansta Kızı Ayşe Hanım’ın kaleme aldığı ve torunu Nilüfer GÜNAY tarafından okunan metinden istifade edilmiştir.)

Lütfi SEZEN, “Savaş Yıllarında Anadolu İnsanı ve Yozgatlı Hacı Hayrettin Efendi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Cilt 0, Sayı 8, 1997, s. 160-166; “Karamanlı Hacı Hayrettin Efendi ve Birinci Dünya Savaş Yıllarında Anadolu İnsanı”, İmâret Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 17, 2015, s. 8-13; Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması (İlmiye Ricalinin Teracim-i Ahvali), İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları No: 40, İstanbul-1996, Cilt: 4, s. 34-35